24 Kasım 2011 Perşembe

Kargaşa - Abdul Mounem Amayri - İstanbul Şehir Tiyatroları

2005 yılında Kahire Festivali’nde En İyi Yönetmen ve En İyi Oyun Ödülünü alan Kargaşa'yı, aynı zamanda oyunun da yazarı olan Abdul Mounem Amayri yönetiyor.

Oyun kadınların yaşadığı sıkıntıları 5 farklı kadın üzerinden anlatıyor. Oyundaki kareografi oldukça başarılı. Müzikler, danslar, ışıklar ve oyuncuların hareketleri bir biriyle uyumlu ve kadınların yaşadığı dramı anlatmada güzel bir araç görevi görüyor. Oyuncuların performansı da oldukça başarılı.

Tüm bunlarla beraber oyunda eksik kalan bir şeyler var. Sanki kadınların acılarını tam anlatamıyor. 2 saat boyunca yer yer sıkıldığımı itiraf etmeliyim.




Oyunculuk : 6/10
Konu  : 5/10
Dekor   : 3/10
Işık-Ses  : 6/10
GENEL : 5/10




İzlediğim Tarih: 24 Kasım 2011 20:30
İzlediğim Yer: H. Muhsin Ertuğrul Sahnesi
Süre: 2 Saat, 1 Perde
Tür: Dram


Yazan: Abdul Mounem Amayri
Çeviren: Ezgi Sümer Yolcu
Yöneten: Abdul Mounem Amayri
Dramaturg: Dilek Tekintaş
Koreografi: Handan Ergiydiren
Sahne Tasarımı: Abdul Mounem Amayri
Işık Tasarımı: Abdul Mounem Amayri - Murat İşçi
Kostüm Tasarımı: Duygu Türkekul
Efekt: Erhan Aşar
Yönetmen Yardımcısı: Nihat Alpteki, Aslı Narcı
Oyun Yaşgrubu: 16+ Yaş Grubu

Başlangıç: 2011
Tiyatro: İstanbul Şehir Tiyatroları

Oyuncular:
Ece Özdikici, Ezgi Sümer Yolcu, İrem Arslan Aydın, Nergis Çorakçı, Zeynep Özyağcılar
Konu:
Kırılmalar, kayıplar, rüyalar, çocukluğa duyulan özlem. Aşk, sevgi, seven bir kadından geriye kalanlar... Eski bir evde yıllardır uyuyan hikayenin gizlediği 6 kadının dramı KARGAŞA ile açığa çıkıyor.

Web Sitesi

22 Kasım 2011 Salı

Opera Komik - Nagle Jackson - İstanbul DT

Bizet adıyla nam salmış müzik dehasının en ünlü eserlerinden biri olan Carmen'in Opera Komik'teki prömiyerini konu alan tiyatro eseri o gece yaşananları konu alıyor. Carmen sahnede oynanırken Loca'da olanlar bitenleri seyrediyoruz ve ortalığın nasıl karıştığını izliyoruz.

Bizet'in Carmen'i o gün ilk kez sahnelendiğinde ahlak anlayışının ihlali eleştirileri almıştı. Tiyatro oyununun yazarı da loca da olup biten ahlaksızlıkları kurgulayarak bir bakıma Bizet'in aldığı haksız eleştirileri alaya alıyor.

Oyun hem güldürüyor hem de Bizet'e saygılarını sunuyor. Bize de oyuncuları ve Bizet'i alkışlamak düşüyor.


Oyunculuk : 6/10
Konu  : 6/10
Dekor   : 5/10
Işık-Ses  : 5/10
GENEL :6/10


Georges Bizet

Georges Bizet ve doğum adıyla Alexandre-César-Léopold, Paris yakınlarında, orta halli bir ailenin çocuğu olarak 25 Ekim 1838 Paris'te doğdu.

4 yaşında nota okumayı öğrendi. 10. yaş gününden birkaç gün önce Paris Konservatuarı'na kabul edildiğinde, konservatuarın tecrübeli öğretmenleri bu yetenekli öğrenciye ders vermek için yarışa girdiler. Öyle ki , ünlü opera bestecisi Charles Gounod, ona ders vermek için emekli olmaktan vazgeçti. Georges Bizet, Marmontel'den piyano, Pierre Zimmermann ve damadı Charles Gounod'dan armoni, Fromental Halévy'den kompozisyon dersleri aldı.

Bizet, konservatuardan 1852'da piyano dalında, 1855'te flüt org ve füg dallarında birincilikle mezun oldu. 17 yaşında ilk senfonisini besteledi. Genç besteciler için önemli bir ödül olan Roma Ödülü'nü kazandı.

Son eseri Carmen'in 31. temsil gününde (3 Haziran 1875) yıllardır kronik boğaz enfeksiyonu nedeniyle rahatsız olan Bizet, kalp krizi geçirerek 36 yaşında hayatını kaybetti.

Carmen

Prosper Mérimée'nin Carmen romanınından çok etkilenen Bizet, bu romanı operaya uyarladı. Eseri 1874'de tamamladı, temsil ise 1875'de gerçekleşebildi, ancak konusu nedeniyle çok ağır eleştiriler aldı.
Fransa'da 3 Mart 1875'te ilk sahnelendiğinde yerleşik opera ve ahlâk anlayışının ihlali gibi algılandığından olumsuz tepkilerle karşılanan eser, eleştirmenler tarafından yüzeysel, üstünkörü bulunmuştur.




İzlediğim Tarih: 22 Kasım 2011 20:30
İzlediğim Yer: İstanbul Cevahir Salon 2
Süre:1,5 Saat, 2 Perde
Tür: Mizah, Biyografik


Yazan: Nagle Jackson
Çeviren: F.Çiğdem Aydın
Yönetmen: Mutlu Güney
Yönetmen Yrd.: Hakan Vanlı
Dramaturg: Olgun Yalçınar
Dekor Tasarımı: Behlüldane Tor
Kostüm Tasarımı: Nalan Alaylı
Işık Tasarımı: Nejat Karaorman

Başlangıç: 2011
Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatroları

Oyuncular:
Odile: H.Merih Atalay
M.De La Cornıche: Umut Demirdelen
Madam De La Corniche: Sevinç Erol
Viviane: Mevra Ustaoğlu
La Tarhine: Ebru Saçar
Bizet: Nişan Şirinyan
Ernest: Ergun Akvuran
Vigneron: Yusuf Atala
Hector: Burhan Yıldız
Gounsel: Erdoğan Aydemir
Zerbinet: Şeyda Pektok
Pils: Zeynep Alper

Konu:
Bizet'nin yeni operası Carmen'in açılış gecesi Opera Komik'teyiz. Ünlü besteci, ahbapları, rakipleri, revü şarkıcıları ve saygın ailelerden oluşan bir topluluk heyecanla yeni eseri beklemektedir. Oğlunu soylu bir aileden bir kızla evlendirmek isteyen bir yeni zengin ile kızlarının paralı biriyle yuva kurmasını isteyen soylu aile için Opera Komik, gençleri tanıştırıp kaynaştırmak için oldukça uygun bir mekandır. Ama sahnede Carmen operası sürüp giderken, asıl tiyatro fuayede ve localarda oynanmaya başlar. Gerçek yaşamda olanlar, Carmen'in öyküsünden çok daha aşırı ve abartılıdır. Opera Komik, izleyenleri 19. yüzılın Parisinde bir geceye davet ediyor.
Sanat gerçekliğinin hayata ayna tutması işlevini, çok keyifli bir komediyle ele alan Opera Komik izleyenleri 19. yüzyılın Paris'inde bir geceye davet ederken burjuva izleyicisine de ciddi bir eleştiri sunmaktadır.
Web Sitesi

18 Kasım 2011 Cuma

Doğum Günü Partisi - Harold Pinter - İstanbul Şehir Tiyatroları

Harold Pinter, absürd oyunlarıyla tanınan nobel ödüllü bir yazar. Doğum Günü Partisi de yazarın ilk defa 1958 yılında oynanmış baş yapıtlarından biri.

İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından sergilenen oyunda zengin bir oyuncu kadrosu mevcut. Oyuncular da gerçekten başarılı bir performans sergiliyorlar.

Oyun ise oyundan beklentisi sonu bir yere bağlanan bir öykü olan izleyicileri hayal kırıklığına uğratabilir. Oyunun amacı bu değil çünkü.

Kısaca oyun hakkında şu notları verebilirim:

  • Oyun başındaki sahte bir dinginlik ve güven hissi var. Bunun ileriki dakikalarda nasıl altüst olabileceğini görüyoruz.
  • Günlük hayattaki otomatiğe bağlanmış hareketlere, tepkilere ve diyaloglara bir eleştiri var.
  • Pinter'e has bir uslupla karakterler sürekli bir tehdidin rahatsızlığı içerisindeler.
  • İletişimdeki anlaşılmazlıklara ve saçmalıklara vurgu vardır. Günlük hayatımıza karşı da bir eleştiridir bu.
  • Hayatta ne kadar saçma sapan şeylerle uğraştığımıza bizi yüzleştirir. ( Ör. Gazete ünlünün çocuğunun olması. Erkek değil de kız olmasına üzülmek. )
  • Bütün absürdcüler gibi Pinter da oyun da bir sonuç üretmiyor.

Bunun dışında ben absürd tiyatro hakkında çok fazla laf edemeyeceğim ama oyunu daha iyi anlayabilmek için internette rastladığım aşağıdaki yorumlar işinize yarayabilir:

Oyunun başindaki sahte düzen ve dinginlik eve gelen tehditkar güçler bu düzeni ve dinginliği altüst eder...bu formül aşaği yukari tüm pinter oyunlari için geçerlidir.
... 
Doğum Günü Partisi günlük hayatın “otomatiğe bağlanmış” dialoglarının yüze çarpılmasıdır. Bu dialogların zamanla içi boşalır ve biz hayatı öyle sanmaya başlarız. Pinter paralize olmuş duyguları uyandırma, farkındalık yaratma amacını taşır.
...
En kaba anlatımla; metinlerinde sessizliği, kısa konuşmaları kullanarak gerilim ve tehdit havası yaratan, böylece oyunlarını seyirciyi şok edecek bir hale getirebilmeyi tercih eden bir yazardır Pinter.
...
Yönetmen “Gevezelik etmek istemiyor”. “Oyunu karanlık ve kasvetli değil, zekice bir komedi olarak görüp, hayat gibi çok saçma ve çok komik bulduk biz. Size bu komediyi sunmaya çalıştık” demiş. “Dışardan gelen tehlike”, ”yapay duvarlar”, “örtü ya da işkence aracı olan sözler” ile ayrıca bir “yumruk” daha atıyor. Ama “Bu bir başyapıt”! Seyirci ne yapsın?
...
Pinter-in diğer oyunlarında da olduğu gibi aslında çok önemsiz konular etrafında boş diyaloglar dönüyor. Yüzeyde boş ve manasız gibi görünen ama aslında bu şekilde çok şey anlatan eserlerdir absürd eserler. Bunun nedeni de 2. Dünya Savaşı sonrası insanların içine düştüğü boşluğu, bunalımı ve hayatın anlamsızlığını anlatmak istemesi. Bu bilgiler ışığında değerlendirilirse belki oyuna daha farklı yaklaşılır.
...
Daha önce de belirtildiği gibi absürd yazarların hepsi kendilerine has birer tarz oluşturmuşlardır. Pinter’ın ilk yazdığı oyunlara klasik olarak tehdit komedyası denmektedir. Karakterler sanki görülmez ama oldukça somut bir şekilde hissedilebilen bir tehdidin rahatsızlığı içindedirler. Bunların hepsi her biri tehdit edici atmosferin ve karanlığın toplamıdır. Bu oyunlar seyirciyi aynı zamanda eğlendirirler, ama karışık ve tanımlanmamış bir şekilde de rahatsız ederler. Seyirciler gülmelerine rağmen kendilerini rahatsız olmuş da hissederler.
...
Pinter genelde oyunlarına çok sakin başlamaktadır. Odalarda yaşayanların dildeki anlamsızlıklar ve saçmalıklar üzerinden başlayan bu oyunlarda komik unsurlar oldukça yer tutar. Git-Gel Dolap adlı oyununda karakterin başlangıçta tekrarlayarak yaptığı hareketler-ayakkabısını iki defa giymeye çalışması, boş kibrit kutusunu sallaması gibi. Aynı şeklide tekrarları konuşmalarda da görürüz. Sık sık tekrarlanan ve anlaşılmayan cümleler gibi. ... Sanki saçma sapan şeylerden konuşuyor gibidirler. Seyircide bu saçmalığın getirdiği ve niye böyle konuşuyor ki, sanki bir şeyler olacakmışın ilk sinyallerinin verildiği rahatsız edici konuşmalardır bunlar. Ama yüzeysel yapıda da oldukça komiktir. Çünkü izleyicinin yaşantısının tam da ortasındadır bu iletişimdeki anlaşmazlık ve saçmalık. İzleyicide gülümseme uyandıran bu durum aslında Pinter’da insanın varoluşsal kaygı içinde ne kadar yalnız olduğunun bir göstergesidir. ... Yine bu saçma konuşmaların arsında günlük yaşamdan noktalar da görülür: futbol maçları. Aslında ne kadar yakındır şu anda yaşadığımız hayata. Bu da seyirciye eğlendirici bir hava katmaktadır. Aynı zamanda bir yüzleştirmedir de. Ne kadar saçma şeylerle uğraştığımıza dair. 
...
Ben adlı karakter bir gazete haberi daha okur ama sonunu bile dinlemeden Gus daha önce verdiği tepkilerin aynısını verir. Bu durum da aslında mekanikleşmiş insanının trajik ve komik olan halidir. Daha sonra da açıklanacağı gibi, buradaki komik durum bir sonraki sahnede gelecek olan büyük tehdit ve yüzleşme öncesi gerilen yayları gevşeterek sona doğru yapılan bir ön hazırlıktır.
...
Absürd tiyatronun son yapı taşlarından biri olan Pinter; Camus ve Sartre absürddeki yabancılaşmayı insanlar arasındaki durum uyumsuzluklarında gösterirken, bu yabancılaşmayı dile ve davranışlara kadar çekmişti. Yani artık insanlar hiçbir şekilde birbirlerini anlamazlar ve anlayamazlardı, üstelik kötücüldüler. Aynı kodlarla hareket ediyor, aynı dili konuşuyor, aynı kültürden geliyor olsalar bile; bu onları ancak ve ancak birbirlerinden daha da uzaklaşmaya itiyordu. insan yalnızdı ve çaresizdi. Pinter, işte tüm bunları; art niyet, cinsel fantazi, takıntılı davranışlar, kıskançlık, aile içi sevgisizlik ve zihinsel rahatsızlıklar gibi temaları işledi oyunlarında... O da bütün absürdcüler gibi oyunlarında bir çözüm üretmiyor, seyirciyi koltuğunda rahatsız etmeyi seviyordu. Yazdıklarında hiçbir politik gönderme yoktu. O sadece dilin kendisiyle oynuyor ve insan doğasını insana anlatıyordu.  
Pinter'ın oyunları genellikle tek mekânda geçer. Karakterleri kaynağı bilinmeyen kişiler veya mekânlar tarafından tehdit altındadır ve genellikle hayatta kalma ve benlik savaşı verirler. Oyunlarında kelime seçimleri, cümle yapıları bir şairin uyak kaygısından bile daha yoğun olarak karşımıza çıkar. Sesler, sessizlikler, kelimeler ve cümleler özenle, hesap edilerek birbirine ulanır. Mantıksal çözümlerin peşinden gitmeyi reddeder; bunun yerine insan yaşamında uyumsuz olanla karşılaşmasını, varoluşsal tehdit altında kalışını göz önüne sermeyi tercih eder. Karakterleri de kelimeleri de silah gibi kullanıp hayatta kalmaya çalışırlar.
Yapıtları gibi "Politik tutumu son derece belirgin olan Pinter, aynı zamanda kısa ve uzun oyunlarında da Joseph Losey için yazdığı senaryolarında da bireyin “çağdaş toplum'daki sıkışmalarını, yabancılaşmalarını tümüyle kendine özgü bir anlatım ve dille irdelemiş bir yazardır."

Cem Davran'ın oyun hakkındaki yorumunu da aktarmadan geçemeyeceğim:

Doğum Günü Partisi üzerinde çok konuşulması gereken, sistemi ve insanları zekice sorgulayan bir tiyatro metni.

Daha ayrıntılı bir okuma için ....


Oyunculuk : 7/10
Konu  : 5/10
Dekor   : 7/10
Işık-Ses  : 7/10
GENEL : 6/10

İzlediğim Tarih: 18 Kasım 2011 20:30
İzlediğim Yer: Kağıthane Sadabad Sahnesi
Süre: 2 Saat 10dk, 2 Perde
Tür: Absürd, Mizah, Dram


Yazar: Harold Pinter
Çeviren: Memet Fuat
Sahne Tasarımı: Barış Dinçel
Kostüm Tasarımı: Tomris Kuzu
Müzik: Selimcan Yalçın ve Barış Manisa
Işık Tasarımı: Murat Selçuk
Efekt Tasarımı: Ersin Aşar
Yönetmen: Yıldıray Şahinler

Başlangıç: 2010
Tiyatro: İstanbul Şehir Tiyatroları

Oyuncular:
Cem Davran, Jülide Kural, Yıldıray Şahinler, Mert Tanık, Özge Borak, Bahtiyar Engin

Oyun Hakkında Notlar:
1958 yılında Harold Pinter'ın ilk uzun oyunu olan Doğum Günü Partisi (The Birthday Party) sahnelendiğinde eleştirmenler tarafından saldırıya uğrar. 1968 yılında Doğum Günü Partisi filme uyarlanmıştır.

Konu:
Nobel ödüllü Harold Pinter'ın başyapıtı, hem eğlence hem gerilim dolu bir oyun. Bir sahil kasabasında yaşayan karıkoca ve pansiyonlarının tek müşterisi olan bir genç adam Dışarıdan gelen iki adam ve orada yaşayan bir genç kız O gün doğum günü olmayan genç adam için bir doğum günü partisi düzenlerler. Ve korkunç eğlence başlar.

Doğum Günü Partisi’nde genel olarak Pinter bireyin güvenlik arayışından ve sahte olana ve gerçek olmayana inanmasını anlatır. Gerçeklerle yüzleşmek kadar zor olan yoktur: En önemlisi de ölüm gerçeği ile yüzleşmek. Bu yüzden oyunları tedirgin edici ve her an gelecek olandan kaçışımızı da sergilemektedir. Tüm bu gerçekten kaçarken de duyarsızlaşırız kendimize ve en önemlisi sona. Duyarsızlaşmamız giderek kendimizi bir düş aleminde yaşamaya kadar götürür bizleri odalarımızda. Bu yabancılaşma ve duyarsızlaşmada en belirgin olan ise Pinter’da dildir. Diğer bir ifadeyle, iletişim saçmalıklarıdır. Bir anlamda dirençtir ya da savunma mekanizmasıdır bu saçmalıklar.[1]

[1] http://oyuncusirin.blogcu.com/harold-pinter-ve-komik-olan/632251

Web Sitesi

15 Kasım 2011 Salı

Kontrabas - Patrick Süskind - İstanbul DT

“Kontrabas”, 1949 doğumlu yazar Patrick Süskind’ın bir romanı. Romanın oyunlaştırılmış hali bir çok dile çevrilerek yıllardır sahnelenmekte.

Süskind’ı aynı zamanda filmi de yapılan “Koku-Bir Katilin Öyküsü (Das Parfüm)” romanından hatırlamaktayız. Yazar "Koku" adlı eserinde nasıl kokulara çok farklı anlamlar katıyorsa, bu eserinde de kontrabasa ve müziğe çok farklı anlamlar katıyor.

Metin Belgin çok başarılı; karakterin yaşadığı bunalımları, hisleri seyirciye çok başarılı aktarıyor. Orkestradaki arka planda kalan kontrabas üzerinden topluma eleştiriler yönelten eser de zekice yazılmış. Bunun yanında konu bana çok da doyurucu gelmedi. Yine de klasik müziğe ilgi duyanların zevkle izleyebileceği bir oyun.


Oyunculuk : 9/10
Konu  : 5/10
Dekor   : 8/10
Işık-Ses  : 8/10
GENEL : 7/10




İzlediğim Tarih: 15 Kasım 2011 20:00
İzlediğim Yer: İstanbul Taksim Küçük Sahne
Süre: 1 Saat, 1 Perde
Tür: Mizah, Dram


Yazan: Patrick Süskind
Dekor Tasarımı: Ethem İzzet Özbora
Çevirmen: Hale Kuntay
Reji: Metin Belgin
Kostüm Tasarımı: Serpil Tezcan
Işık Tasarımı: Yakup Çartık

Başlangıç: 1992
Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatroları

Oyuncu: Metin Belgin

Konu:
Bir devlet memuru olan kontrabascı; müziğin, tarihin, hiyerarşinin, cinselliğin ve toplumun, dedikodusunu yapıyor. Patrick Süskind’ in bütün dillerde en çok oynanan oyunu yirminci yılında yine sahnede.

“Kontrabas”ta, orkestraların birinde kontrbas çalan bir adamın hesaplaşmasını anlatıyordu ve Süskind’ın “Koku”dakilerinde de görülen takıntılı olma hali, “Kontrabas”ın ana karakterinde de aynen mevcuttu. Tek kişinin etrafına kümelendirdiği kişilik çözümlemeleri, bu eserinde de izleyiciyi etkiliyor; ağır felsefi temalar, çok katmanlı okumalara olanak tanıyan anlatı, Patrick Süskind’ın kaleminde heyecan verici bir popüler anlatı oluyordu. [1]

[1] http://www.tiyatrodunyasi.com/makaledetay.asp?makaleno=610

Web Sitesi
İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda Metin Belgin resitali: ‘Kontrabas’

4 Kasım 2011 Cuma

Arzunun Onda Dokuzu - Heather Raffo - İstanbul Şehir Tiyatroları

Oyunun yazarı Heather Raffo'nun annesi Amerikalı ve babası Iraklı. Yani Irak savaşının iki tarafını da yakından tanıyor. Bu nedenle olsa gerek Irak savaşında yaşanan acıları başarılı bir şekilde eserine aksettirmiş.

Oyun dokuz farklı açıdan savaşı ve savaşın açtığı yaraları anlatıyor. Dokuz farklı kadın: köylü, doktor, deli kız, satıcı kadın, ressam, akademisyen, bedevi dul, anne, amerikalı ... Amerikalı sanki biraz da yazarın kendisi.

Oyunda Amerika'nın yaptığı zulümler de anlatılıyor, Saddam'ın barbarlığı da. Üstelik Saddam'ın Amerika'nın maşası olduğu da vurgulanmadan geçilmiyor.

Aslında oyunu en iyi yazarı Heather Raffo anlatıyor:
Amerikalı bir seyircinin 'O Bedevi kadın tıpkı teyzem' demesini çok isterim. Ama aynı zamanda Amerikalı seyircilerin oyundan çıkarken biraz zihin karışıklığı yaşamasını da... 'Ha anladım,' diyebilmek yerine Irak halkının ruh durumunu anlamanın zorluğunu düşünmesini isterim. Kolay mı Amerikan desteğiyle Saddam yönetiminde 30 yıl yaşamak, İran ile savaşta 1,5 milyon kayıp vermek, 13 yıl yaptırım sıkıntısı çekmek ve Amerikan ateş gücü altında iki savaşın mağduru olmak..
Oyun -tam da yazarın amaçladığı gibi- bir şeyler anlatmaktan ziyade düşündürmeye sevk ediyor; seyirciyi bir kafa karışıklığı içine sokuyor.


Oyun geçtiğimiz günlerde seyrettiğim Bedensiz Kadın isimli oyunla ortak bir konuyu bence daha başarılı bir şekilde işliyor. Oyuncuların performansı ise bir harika. Hepsi rollerini oynamıyorlar, adeta yaşıyorlar.

Sözün özü, yanı başımızda olup biten Irak Savaşında yaşanan acılara daha yakından bakabilmek için de izlenmesi gerekli bi tiyatro oyunu.


Oyunculuk : 8/10
Konu/Kurgu : 6/10
Dekor   : 8/10
Işık-Ses  : 7/10
GENEL : 7/10


İzlediğim Tarih: 4 Kasım 2011 20:30
İzlediğim Yer: Kağıthane Sadabad Sahnesi
Süre: 2 Saat, 2 Perde
Tür: Dram, Savaş


Yazan: Heather Raffo
Çeviren: Füsun Günersel
Yöneten: Arif Akkaya
Dramaturg: Hatice Yurtduru
Sahne Tasarımı: Gamze Kuş
Kostüm Tasarımı: Nihal Kaplangı
Işık Tasarımı: Kemal Yiğitcan
Efekt Tasarımı: Metin Taşkıran
Hareket Düzeni: Handan Ergiydiren
Video Tasarımı: Cem Ulu ve Arif Akkaya

Başlangıç:2010
Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu

Oyuncular:
Hikmet Körmükçü
Hasibe Eren
Bensu Orhunöz
Cihan Kurtaran

Konu:
Arzunun Onda Dokuzu, işgal edilen topraklarda kültürün, hayatın, bedenin, ruhun zorla ele geçirilmesi karşısında kadınların yaşadığı çıkmazları ve ölüm kalım savaşındaki dokuz kadını anlatıyor.
‘Arzunun Onda Dokuzu’nda, sevildiği için dövülen, güzel olduğu için hırpalanan, akıllı olduğu için yakılan, sahip olunamadığı için ırzına geçilen, ulaşılamadığı için aşağılanan kadın anlatılıyor.

Web Sitesi

3 Kasım 2011 Perşembe

Antigone New York'ta - Janusz Glowacki - İstanbul DT

Antigone New York’ta oyununun bir diğer adı da "Anita'nın aşkı". Oyunun yazarı Lehistanlı göçmen Amerikalı yazar Janusz Glowacki. Oyun, New York şehrinde yaşayan göçebe ve evsiz insanların hayatını konu alıyor.

Oyunun İstanbul Devlet Tiyatrolarındaki Prömiyeri 3 Kasım 2011'de Üsküdar Stüdyo Sahnesi'nde yapıldı. Ben de orada bulunan ve oyunu en ön sıradan izleyen şanslı kişiler arasındaydım.

Oyuncular genel olarak iyiydiler. Sazsa rolündeki Mehmet Ali Kaptanlar ve Pire rolündeki Şamil Kafkas gerçekten çok başarılı bir performans ortaya koydular. Anita rolündeki Özden Çiftçi de oldukça başarılıydı. Aralarda monologlarıyla oyuna renk katan polis rolündeki Ali Düşenkalkar ise ilginç bir karakter sergiledi. Daha çok doğaçlama oynuyor gibiydi. Bazen seyircilere laf attı ; bazı yerlerde takıldığı ve cümleleri gereksiz tekrarladığı ve konu dışına çıktığı da oldu.

Oyunu oldukça beğendim. Evsizlerin durumunu çok iyi yansıtan, onlara daha yakından bakmamızı, onları anlamamızı sağlayan bir oyundu.

Oyunculuk : 8/10
Konu  : 6/10
Dekor   : 5/10
Işık-Ses  : 8/10
GENEL : 7/10




İzlediğim Tarih: 3 Kasım 2011 20:00
İzlediğim Yer: Üsküdar Stüdyo Sahnesi
Süre: 2 Saat, 2 Perde
Tür: Dram


YAZAR : Janusz Glowacki
REJİSÖR : FAİK ERTENER
DEKOR : SUAR ŞEYLAN
KOSTÜM : MEDİNE YAVUZ
IŞIK : AYHAN GÜLDAĞLARI
ÇEVİREN : TUĞRUL ÇETİNER
REJİ YARDIMCISI : ÖZDEN ÇİFTÇİ
REJİ ASİSTANI : ÖZLEM ÇAKAR

Başlangıç:2011
Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu

Oyuncular:
Sazsa : Mehmet Ali Kaptanlar
Anita : Özdan Çiftçi
Polis : Ali Düşenkalkar
Pire : M. Şamil Kafkas
John (Cesed) : Adnan Kürkçü

Konu:
New York'un ünlü parklarından birinde dünyanın birçok yerinden Amerika'ya göç etmiş insanların bazıları hayatlarını sürdürmeye çalışırlar. Evsizlerin sokaklarda yaşama kuralları, normal evi olan insanlarınkinden çok farklıdır ama sokaktakiler arasında da aynı önyargılar paylaşılmaya devam eder. Bu ortamda dostluk, aşk, sadakat ve arkadaşlık başka tanımlara girer ve sınanır. İşte kaybolan bir cesedin peşinden bir maceraya atılan evsizlerin öyküsü, hem toplumsal düzeni, hem de "normal ve doğru" olanı tekrar sorguladığımız bir kara komediye dönüşür.

Sofokles’in Antigone’si, Kral Kreon’un buyruklarına karşı direnen soylu bir kadındı. New York’lu Antigone ise Puerto Rica’lı, hayatını Manhattan’daki Central Park’ta geçiren, geceleri park kanepelerinde uyuyan ‘bir tahtası eksik’ göçmen kız Anita’dır. Ölünün saygınlığını korumak, her iki Antigone’nin de kaygısı. Sofokles’in Antigone’si, Kreon tarafından hain ilan edilen kardeşinin cenazesini kaldırmak için direniyor.Ailesinin değerlerini, Kral’ın kanunlarının ve buyruklarına önceliyor. New York’lu Antigone’nin ise bir ailesi yok. Bu Antigone, kimsesiz, yarım akıllı bir kız ama tıpkı Sofokles’in kahramanı misali, hayatının uğruna mücadele etmeyi gerektiren yüce bir anlamı olması gerektiğine inanmakta direniyor. Parkı evi biliyor ya, iki Doğu Avrupalı göçmen arkadaşıyla, bir iki gün içinde kimsesizler mezarlığına gömülecek olan platonik aşkla bağlı olduğu gencin cesedini bulunduğu hapishaneye ait bir mekandan çalarak parka getirmeye ve bir ağacın altına defnetmeye karar veriyor. Onun için sadece iki kişinin katıldığı bir cenaze töreni bile hazırlıyor. [1]

[1] : http://www.dunyabulteni.net/?aType=haberYazdir&ArticleID=16180&tip=yazar

Web Sitesi

1 Kasım 2011 Salı

Bedensiz Kadın - Mate Matisic - İstanbul DT

Savaş acılarını ve pişmanlıkları konu alan oyun, biraz vasat bir metne sahip olsa da başarılı oyunculuklar sayesinde izlenebilir hale geliyor. Oyun tek perde ve 1,5 saat sürdüğünden seyirciyi çok da sıkmıyor.

Benim için de Reha Özcan ve Ahenk Demir'in performanslarını en ön sıradan izleyebilmek ayrı bir keyifti doğrusu. Reha Özcan bu oyundaki performansıyla iki ödül kazandığını okumuştum; performansını biraz abartılı bulsam da rolünün hakkını vermiş.

Oyunun çok güzel olduğunu söyleyemeyeceğim ama yine de keyifle izlenebilecek bir oyun.


Oyunculuk : 7/10
Konu  : 7/10
Dekor   : 3/10
Işık-Ses  : 3/10
GENEL : 5/10


İzlediğim Tarih: 1 Kasım 2011 20:00
İzlediğim Yer: Üsküdar Tekel Sahnesi
Süre: 1,5 Saat, 1 Perde
Tür: Dram, Savaş

Yazan: Mate Matisic
Çeviren: Füsün Günersel
Yöneten: Kazım Akşar
Dekor Tasarım: Şirin Dağtekin
Giysi Tasarım: Şirin Dağtekin
Işık Tasarım: Enver Başar
Müzik: Nurettin Özşuca
Asistan: Gökçen Tongut
Sahne Amiri: Reşit Arslan

Başlangıç: 2010
Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu

Oyuncular:
Martin: Reha Özcan
Emma (Fahişe): Ahenk Demir
Mladen. Hakan Güneri
Gılman Kahyaoğlu Peremeci
Gökalp Kulan

Ödüller:
Reha Özcan, bu oyundaki Martin rolüyle Afife Jale ve Sadri Alışık ödüllerini kazandı.

Konu:

Ülkemizde yeni yeni tanınmaya başlayan Hırvat tiyatrosu yazarlarından Mate Matisic’in Bosna savaşının ardından kaleme aldığı ilginç bir oyun. Orta yaşlı bir fahişe, emekli bir asker ile temizlenmek istenen vicdan azapları ve korkunç savaş suçlarıyla lekelenmiş bir beden. Komedi ve dramın iç içe geçtiği oyun, Hırvat tarafından olaya bakmasına rağmen, savaşta hiçbir tarafın yeterince temiz olmadığını da gözler önüne sermektedir. 

Oyun; Bosna savaşının ardından sorunlu bir karakter olarak ortaya çıkan Martin ile yaşı geçmiş bir hayat kadını Emma arasında geçen alışıldık bir diyalog ile başlıyor. Kadın, mesleğinin gereğini mekanik bir şekilde yerine getirmeye çalışırken, erkek de nazik ve içten bir şekilde davranıyor, onunla konuşup ilgi gösteriyor. Belki de cinsel açıdan bir yetersizlik var. Ancak konuşmalar ilerledikçe ve sahneye üçüncü bir kişi (Mladen) girdikten sonra, kadınla olan randevunun hiç de tesadüf olmadığı anlaşılıyor. Bu iki adamdan; Martin ne kadar ince ve nazikse, Mladen de o derece kaba, acımasız. Sonuçta, iki erkeğin başka suç ortaklarıyla birlikte savaş yıllarında Emma'nın kocasını öldürüp, ona da tecavüz ettikleri ortaya çıkıyor. Oyun anında ise; Martin, ruhunu ezen bu suçluluk duygusundan kurtulmak için kadınla evlenmeyi ve yaklaşan ölümünden sonra maaşını ona miras bırakmayı plânlıyor. Mladen ise gerçeğin ortaya çıkmasındansa bu ikisini öldürmeyi bile düşünebiliyor. Emma'ya gelince; o kocasının ve kendisinin yaşamını mahvedenlerin cezalandırılmasını istiyor. [1]

Web Sitesi

[1] : http://blog.milliyet.com.tr/bedensiz-kadin/Blog/?BlogNo=276329